“Şöhretin büyüsüne kapılıp kendimi Kaf Dağı’nda görmedim”

Oyuncu Engin Altan Düzyatan, Hürriyeet’ten Hakan Gence’ye konuştu.

Engin Altan Düzyatan: ‘Şöhretin büyüsüne kapılıp kendimi Kaf Dağı’nda görmedim’

Söz konusu röportaj şu şekilde:

Pek çok kişiyi yoldan çıkarabilecek özelliklere sahipsin; yakışıklı, başarılı, ünlü… Bunların seni yoldan çıkardığı hiç oldu mu?

Yoldan çıkmak için illa saydığın bu özellikleri taşımaya gerek yok, diye düşünüyorum. Yoldan çıkmak senin kişiliğinle, hayata bakışınla, değer yargılarınla ilgili. Sağlam bir aile yapısından gelen birinin şan, şöhret yüzünden yoldan çıkacağını pek düşünmüyorum. Hayatta hep daha iyi bir insan olabilmek adına bir duruşum oldu. Doğaya, hayvana, insana, fayda sağlayabileceğim şeylere enerjimi vermek beni daha iyi hissettiriyor.

Sık röportaj vermiyor, magazinde görünmüyorsun. Neden bu kadar korunaklı yaşıyorsun?

Sürekli kendini ifade etmek ve anlatmaya çalışmak bana zor geliyor. Yaptığım işle ilgili gerekli yerlerde, gerektiği zamanlarda bulunmak yeterli, diye düşünüyorum. Oyuncunun gizemine inanıyorum.

Artık 42 yaşındasın. Bir hayat muhasebesi yapsak… 20’ler, 30’lar, 40’larla birlikte hayatında neler değişti?

Kariyer olarak baktığımda seçimlerimden dolayı kendimi çok şanslı hissediyorum. Hep iyi işlerde, iyi oyuncularla, iyi yönetmenlerle, iyi yapımcılarla, iyi ekiplerle çalıştım. 20’ler yeni başladığım, heyecan duyduğum ve hata yapmaya çok açık olduğum dönemlerdi. Varoluş çabalarımın olduğu… 30’lu yaşlarım biraz daha kendimin farkında olduğum, yaşımın büyümesiyle gelen rollerin de değiştiği ve bana yeni şeyler öğreten, beni geliştiren başka bir süreçti. 40’lı yaşların daha çok başındayım. Kendimi daha özgüvenli hissettiğim, iki çocuğumun olmasıyla birlikte önceliklerimin değiştiği, aslında bambaşka bir döneme, bambaşka bir varoluşa geçtiğim çok güzel yıllar…

Hayatta neleri sorgularsın?

Sorgulamadığım hiçbir şey yok. Klasik ezberci bir yapım yoktur.

Neler seni çileden çıkarır? Kırmızı çizgilerin neler?

İnsanların kendilerine, doğaya, hayvana karşı saygısızlığı diyebiliriz. Ve işin özüne inmeden her şeyi yargılayan insan modeli. Bu tarz insanlardan özellikle uzak durmayı tercih ediyorum.

Hakkında, duyduğumuzda şaşıracağımız ne var?

Bu işi yapmasaydım mimar olmak isteyebilirdim. Mimari yapılara karşı müthiş ilgim var. Pandemide kendi başıma çocuklarım için küçük bir ağaç ev yaptım.

SEKSİ HİSSETME HALİ…

Türkiye’nin en yakışıklı adamlarından biri olmak zor mu?

Her şeyden önce bu iltifat için çok teşekkür ederim. Açıkçası çok büyük bir zorluğunu görmedim.

Hep beğenilen biri miydin?

Galiba evet, lise ve üniversitede de popüler bir adamdım.

İki çocuk babası olunca insan ‘kendini seksi hissetme’ gibi duygularını kaybetmeye başlıyor mu?

İki çocuktan sonra hayata bakışınız değişiyor. İnsani değerlerin yanında dış görünüşün çok da önemli olmadığı kanısındayım. Hiçbir zaman dış görünüşü önemseyen biri olmadım. Seksi hissetme hali biraz da içsel enerjinizle alakalı, harika bir gün geçirmişsinizdir, inanılmaz bir enerji ve aurayla dolaşırsınız. Veya zekânız, özgüveniniz seksi görünmenize sebep olur.

Senin için zaman tersine işliyor gibi görünüyor. Nasıl böyle genç kalıyorsun?

Çok teşekkür ederim. Erkeklerin yaşı ilerledikçe yüz hatları daha çok oturuyor ve kendine güveni de artıyor, bunun etkisi olabilir. Ayrıca sağlıklı beslenmenin ve spor yapmanın olumlu yönleri de mutlaka yansıyordur.

SAKALI SEVİYORUM

Bu arada iyi vücut yapmışsın. Nasıl çalıştın?

Dizi için dokuz aylık ciddi, yoğun bir süreçten geçtim. Milli sporcu Yiğit Kuşbeygi ile beraber çalıştık ve onun son öğrencisi de bendim.

Neden?

Ciddi bir hastalık sonucu hayatını kaybetti. Çok özel biriydi; ne yiyeceğime, ne içeceğime, hangi günler hangi sporu yapacağıma kadar her şeyi planlıyordu.

Yeni dizindeki rolünde de yine uzun sakallısın. Sakallı olmaktan sıkılmadın mı?

Sıkılmadım (gülüyor). Sakal bir erkek oyuncunun malzemelerinden biridir. Genel olarak sakal seviyorum. İş yapmadığım zamanlarda da sakallı olmayı tercih ediyorum.

Bakımı zor değil mi?

Uzun saç veya sakalın bakımını yapmadan yani yıkamadan, taramadan çıkamıyorsun.

Engin Altan Düzyatan: ‘Şöhretin büyüsüne kapılıp kendimi Kaf Dağı’nda görmedim’

İZMİRLİYİM, DENİZLE ARAM İYİDİR, TEKNEYLE İLİŞKİM HEP VARDI

‘Barbaroslar: Akdeniz’in Kılıcı’ dizisi TRT 1’de başladı. Yine bir dönem işiyle karşımızdasın. Dönem işlerine karşı bir zaafın mı var?

Aslında yok. Kariyerimde hep birbirinden farklı roller tercih etmeye çalıştım. Buna bir tesadüf diyebiliriz.

Bu işi seçme sebebin neydi?

Tarihi işleri veya gerçek hayat hikâyelerini izlemekten büyük keyif alıyorum. ‘Barbaroslar’ı tercih etmemdeki en büyük sebeplerden biri çok büyük bir proje olması. Uzun zamandır titizlikle hazırlanan, çok büyük prodüksiyonlu bir dönem işi. Ayrıca benim de tarihte okumaktan çok büyük keyif aldığım bir kesiti yansıtıyor. Şu ana kadar başrollerinden birinin deniz olduğu bir proje görmedik, burada deneyimleyebileceğim birçok yenilik olduğunu hissettim ve bu kadar büyük bir işin içinde olmak beni çok heyecanlandırdı.

Dizide Barbaros Hayrettin Paşa’nın kardeşi Oruç Reis’i canlandırıyorsun. Senin gözünden nasıl bir karakter izleyeceğiz?

Barbaroslar dört kardeşler, en büyük olanı İshak, sonra Oruç, Hızır (Barbaros Hayreddin) ve İlyas. Ben Oruç karakterini canlandırıyorum; kardeşler arasında denize ilk açılan, içinde ilk deniz aşkı olan… Denizde olmak onun için çok büyük bir tutku haline gelmiş. Denize çıktığı ilk andan itibaren hayalleri olan, hayallerinin peşinden koşan, çok güçlü, lider bir karakter. Bir rolü okurken beni en çok etkilen şey karakterin tutkusu oluyor. Buradaki karakterin tutkusu da çok güçlü, o yüzden ben de o tutkunun yolculuğuna çıkmak istedim.

Oruç Reis rolü için nasıl bir ön çalışma yaptın?

Çok avantajlı olduğum bir yer burası. Çünkü 1400’lerin sonlarında bir zamanı işliyoruz. Elimizde yüzlerce, hatta binlerce Türkçe-İngilizce kaynak var. O yüzden çalışması çok da zor değildi, bol bol okuduk. Danışmanlar, yönetmen ve yapım ekibiyle birlikte karakterleri farklı farklı açılardan ele aldık. Döneme ne tarafından bakacağımıza, dönemi nasıl işleyeceğimize hep beraber karar verdik.

Senin denizle aran nasıl?

İzmirliyim, bu yüzden denizle aramın dağlardan daha iyi olduğu kesin (gülüyor). Çocukluğumdan itibaren sürekli denizin üstündeydik. İlerleyen yıllarda yelken ve tekneyle de ilişkim hep oldu, o yüzden denizci düğümü atmayı öğrenmeme gerek kalmadı, zaten biliyordum. Bir yelkenli nasıl kullanılır, teknik terimleri nedir… Bunların hepsine hâkimdim.

Engin Altan Düzyatan: ‘Şöhretin büyüsüne kapılıp kendimi Kaf Dağı’nda görmedim’

OLGUNLUK DÖNEMİMİN BAŞINDAYIM

Ülkenin en ünlü oyuncularındansın. 20 yıldır ekrandasın. Attığı her adımı takip edilen biri olarak taşıdığın şöhreti nasıl anlatırsın?

Başlarda bu duruma alışması biraz zaman alıyor açıkçası. İnsanlar tarafından sevilmek, ilgi görmek çok hoş. Ama özgürlüklerinin kısıtlandığını anlamaya başlayınca, orası biraz mücadele edilmesi gereken bir alana dönüşüyor. Buna göre hayatını şekillendirerek mutlu olmayı öğreniyorsun. Ama hiçbir zaman şöhretin büyüsüne kapılarak kendimi Kaf Dağı’nda da görmedim.

Sektörde söz sahibi bir oyuncusun. İşinin parlak, güzel kısmını bir kenara koyalım… Seni rahatsız eden, eksik gördüğün neler var?

Çok uzun zamandır dünya tarafından izlenen televizyon dizileri yapıyor olmamıza rağmen biraz tekdüzeliğe döndüğümüzü söyleyebilirim. Belki benim tarihi işler seçmemdeki sebeplerden biri de bu olabilir. Televizyon dizilerinin ve reklamlarının uzunluğundan sektörel anlamda henüz gereken yere oturmadığımızı görüyoruz. Dijital platformların da eklenmesiyle her anlamda kalifiye insana olan ihtiyaç da gittikçe artıyor.

Şu an sence kariyerinde nasıl bir noktadasın?

Hem hayata bakışım hem oynadığım roller olarak olgunluk dönemimin başındayım diyebilirim.

HİKÂYE YARATMAK…

Bu meslekle ilgili en büyük hayalin ne?

Çok fazla hayalim var. Oyuncu olarak en büyük hayallerimden biri dünyanın önde gelen festivallerinde iyi bir başarı göstermek. Ayrıca bu meslekteki hayalim, sadece oyunculukla kısıtlı değil. Hikâyenin bir parçası olma kısmından öteye geçip hikâyeyi yaratmak, kameranın arkasına da geçmek, yapımcılıkla da bunları desteklemek istiyorum.

Meslekte içinde ukde kalan bir şey oldu mu?

Olmadı. Tiyatroya daha fazla vakit ayırmak istiyorum sadece.

Bunca yılın ve projenin sonunda bu meslekten ne öğrendin?

Çok şey öğrendim. Bir kere her şeyden önce insanı öğrendim. İnsanın farklı davranışlarını, hallerini deneyimledim. Set bittikten sonra dışarıda gözlem yapıyor olma hali seni sürekli çalışmaya ve bu meslekten beslenmeye itiyor. Benim gelişerek ben olmamdaki en büyük etkenlerden biri bu meslek.

Bir odaya giriyorsun. Karşında şimdiye kadar canlandırdığın karakterler duruyor. Önce hangisinin boynuna sarılırsın?

Çok güzel bir soru. Canlandırdığım karakterlerin hepsinin hayatımda çok önemli yerleri var, onlardan çok fazla şey öğrendim. Ama 2001 yılında, TRT 1’de yayımlanan ‘Koçum Benim’ dizisindeki lisede basketbol öğrencisi olan Orçun karakterine sarılmak, o toy halime destek vermek isterdim.

İstanbul’un her yerinde afişlerin var. Kafamı sokakta nereye çevirsem seninle göz göze geliyorum. Sen afişlerde kendini görünce ne hissediyorsun?

Kafamı çevirip kendimi görünce çok da şaşırmıyorum. Yaptığım işten dolayı yıllardır alışık olduğum bir durum. Asıl oğlum ve kızım için ilginç bir durum. Bazen okula giderken görüyorlar, “Baba yine senin korsan olduğun fotoğraflar” diyorlar (gülüyor). Yani benden daha çok onlar için ilginç.

ARTIK İLK GÜN ÂŞIK OLDUĞUN KADIN DEĞİL, ÜSTÜNE ÇOK DAHA FAZLA DEĞER BİNİYOR

Evliliğinizin yedinci yılındasınız. İmzayı attıktan sonra ilişkide neler değişti?

Aslında çok bir şey değişmedi, aksine ilişkimiz gün geçtikçe gelişti, olgunlaştı.

Aşk nasıl şekil alıyor?

Aşk baki aslında, aşkın üstüne yeni katmanlar ekleniyor. Gittikçe karşındakine saygın artıyor, sevgin ön plana çıkmaya başlıyor. Eşinin çocuklarınla olan ilişkisini gördükçe bambaşka katmanlar oluşuyor. Artık sadece ilk gün âşık olduğun kadın değil, onun üstüne çok daha fazla değerin bindiği bambaşka bir kadın haline geliyor. Bu da çok kıymetli.

Eşin Neslişah’a olan aşkını nasıl anlatırsın?

Tarif etmesi çok zor aslında, insanlar bunun üzerine kitaplar, tezler yazıyor. Bir röportaja sığdırmak haksızlık olur. Ama kısaca şöyle diyebilirim; hayatın her alanını paylaşmak, en uç duyguları birlikte yaşamak… Sırdaşın, yoldaşın olduktan sonra eşin hayatındaki en değerli insan oluyor. Vazgeçilmezin.

Neslişah’tan hayatta öğrendiğin en önemli şey nedir?

Neslişah harika bir işinsanı. Hayattaki eksik tarafımdan bahsetmek gerekiyorsa, ben harika bir işinsanı olamadım. Neslişah’tan nasıl işinsanı olunur, onu öğreniyorum.

ÇOK İLGİLİ BİR BABA OLDUĞUMU RAHATLIKLA SÖYLEYEBİLİRİM

Oğlun Emir Aras 5, kızın Alara 3 yaşında… Babalık, hem de iki çocuk babası olmak hayatını nasıl etkiledi?

Tüm hayatımı değiştirdi. Yaşama bakış açımı revize etti. Daha önce önem verdiğim birçok şeyin çok da önemli olmadığını gördüm. Kariyerimin en parlak ve başarılı döneminde, hayatta başka nasıl tatminler yaşarız diye düşünürken çocuklarım oldu. Aslında hayatın daha yeni başladığını, bundan sonra onlara daha iyi bir gelecek sağlamak ve onları iyi insanlar olarak yetiştirmek için kendimi de geliştirmek zorunda olduğum gerçeğiyle karşılaştım. Ve çocuklardan sonra doğaya, çevreye, insanlara çok daha fazla dikkat etmeye başladım. Bir cümleyi öncesinde çocukları etkileyecek mi etkilemeyecek mi diye düşünerek kurduğumu, her hareketimi tartarak yaptığımı fark ettim. Onlara iyi bir rol model olmak için kendimi daha fazla geliştirmek zorunda olduğumu hissettim. Bu durum bana çok şey kattı.

Nasıl bir babasın?

Çok ilgili bir baba olduğumu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Çocuklarımın her şeyiyle ilgileniyorum. Biraz da şanslı bir dönemdeydim, iki çocuğum doğduktan sonra 2.5-3 yıl çalışmadığım bir dönem oldu. Tüm vaktimi onlara ayırdım. O yüzden ilgili, pedagojik olarak dikkatli, onlara istediklerini yapmaları için alan açmaya çalışan, yetenekleri için değişik birçok alternatif sunmaya çalışan bir babayım.

Onlara vereceğin ilk öğüt nedir?

Her şeyden önce kendilerine, doğaya saygılı olmaları ve sevgi beslemeleri ilk öğüt olur.

Bir kız babasısın. Ülkenin gündemindeki konulardan biri de kadına şiddet. Sen kadın hakları konusunda ne düşünüyorsun?

Aslında böyle bir konunun konuşulmasını bile çok üzücü buluyorum. Dünyada konuşulacak konu ‘insan hakları’ üzerine olmalıyken, bunu ‘kadın hakları’ diye ayırmak zorunda kalmamız beni bir birey olarak çok etkiliyor. Özellikle erkek çocuklarını yetiştirirken ailelere çok büyük sorumluluklar düşüyor. Erkek olduğu için kendini üstün görmeyecek, erkek olduğu için şiddete müsaade edilmeyecek… Erkek olduğu için ona her istediğinin olmayacağını hissettiren, öğreten aileler bu kötü döngünün kırılmasına yardımcı olacaktır.

HAYALİM PİLOT OLMAKTI

İzmir Karşıyakalısın. İzmirli olmayı nasıl anlatırsın?

İzmir’i yaşamak gerekir. Çağdaş ve yaşaması diğer büyük şehirlere göre daha kolay olan, aydın bir şehir. İnsanların birbirini tanıdığı, mahalle kültürünün yaygın olduğu, sıcak ve samimi, ayrıca kültürel olarak da besleyici.

Çocukluğuna dair aklına gelen ilk görüntü nedir?

Herhalde mahallede top oynadığım o fütursuz zamanlarım.

Baban özel bir şirkette müdürdü; ablan ODTÜ işletme, abin hukuk fakültesi mezunu. Bir röportajında “Ailemin istediği bir profil vardı” demişsin. Sen o profile ne kadar uydun?

O röportajı çok net hatırlıyorum, aslında şöyle söylemek istemiştim; tüm ailem toplumun benimsediği, daha garanti gördüğü meslek dallarındaydı. Bu profillere bakınca benim de doktor olmam gerekirdi (gülüyor).

Peki, sanatı seçtiğinde ne oldu?

Kimse buna karşı çıkmadı, herkes destekledi. Desteklediklerine göre onların hayal ettiği profile uyuyorum.

Oyunculuk hep istediğin bir meslek mi oldu, sonradan mı kanına girdi?

İlkokul zamanları hayalim pilot olmaktı ama lise 1’inci sınıfta tiyatroyla tanıştım ve ondan sonra tek bir hayalim oldu…

MUSTAFA DENİZLİ BELGESELİNİ BİTİRMEK ÜZEREYİZ

Yapımcılık tarafın var. Nasıl başladı?

Üretmeyi seviyorum. Orada ekip arkadaşlarımla hikâyeleri yaratma sürecindeyiz, diyebilirim. Yapımcılık da çevreye olan ilgimle başladı. Önce Afrika’daki su problemini konu alan bir belgesel çektim.

Neden oradan başladın?

Sebep, dünyada hâlâ temiz suya ulaşamayan insanların olması ve bunun için farkındalık yaratma arzumdu. Afrika’da çektiğim fotoğraflardan bir sergi açtım. Serginin ve belgeselin geliriyle Afrika’da su kuyuları açtık. Ondan sonra plastikle ilgili bir belgesel yaptık, dünyadaki plastik sorununa dikkat çekmek istedik. Mikroplastiklerden dolayı 15-20 yıl sonra sularımız içilemez, kullanılamaz bir hale gelecek ne yazık ki. Tüm dünyayı etkileyen ciddi bir sorundan bahsediyoruz. Dünyada bu durumdan en kötü etkilenen ülkeleri ve sıfır atıkla yaşayan kasabaları gezerek çekimler yaptık. Çok yakında seyirciyle buluşacak.

Mustafa Denizli belgeseli hazırladığın söylenmişti… Doğru mu?

Mustafa Denizli’nin hayatı, başarılarıyla ilgili belgeseli bitirmek üzereyiz. Ailesinden, çevresindeki insanlardan görüş alarak hazırlıyoruz. Mustafa Abi’nin başarı yolunda neler yaşadığını, neler hissettiğini, neler düşündüğünü yansıtmaya çalışacağız.

Fotoğrafçılığa da tutkun var. Vahşi doğa çekimleri yaptın. Seni vahşi doğada en etkileyen ne oluyor?

Doğanın içinde olmak beni huzurlu hissettiriyor gerçekten, ‘daha tamamlanmış’ hissini yaşıyorum. O yüzden boş zamanlarımda doğaya gitmeyi tercih ediyorum. İlk vahşi doğa fotoğrafları çekmeye başladım, bana ilham kaynağı olduğu kesin. Her hali çok etkileyici ama doğanın insana ihtiyacı olmadığını gerçekten hissettiğim an, bu çok öğreticiydi.

En son neyin fotoğrafını çektin?

Dalgaların fotoğrafını.

Doğadan bahsettik. Peki, depremler, yangınlar, salgınlar… Yaşadığımız dünya sana neler hissettiriyor?

Doğanın evimiz olduğunu biraz unuttuk, şehirleri evimiz zannetmeye başladık. İnsanoğlu olarak her şeyi kendimize hak görmeye başladık. Ve doğal olarak doğa bize tepki veriyor. Bu kadar yüksek karbon salımına, bu kadar yüksek plastik tüketimine, bilinçsizce doğanın katledilmesine, doğadaki en küçük canlının bile doğaya hizmet ettiğini unutuşumuza ve daha birçok sebep için doğanın bize tekrar kendini hatırlatmasına hep birlikte şahitlik ediyoruz bence.

Numberone.com.tr

Haber

İlginizi Çekebilir