Ana Sayfa Blog Sayfa 107

Galatasaraylı voleybolcu İlkin Aydın’dan açıklamalar

Galatasaray Daikin’de forma giyen İlkin Aydın, Zincirleme Reaksiyon programının konuğu oldu.

2024 yılının oldukça yoğun geçtiğini ifade eden İlkin Aydın, “Tabii olimpiyatlar olunca mental kısmı daha stresliydi” dedi.

Voleybola nasıl başladığını anlatan İlkin Aydın, “Babam eski futbolcu aynı zaman hala futbol antrenörlüğü yapıyor. Annem de lisede voleybolla ilgilenmiş. Evde her spor dalından bir parça olduğu için aslında spor yapacağı belli olan bir çocukluk geçirdim. Çok spor dalı denedim ama 8 yaşında voleybolla tanışınca diğer branşların yüzüne bakmadım ama hala hobi olarak yapmayı sevdiğim branşlar var” şeklinde konuştu.

Galatasaraylı voleybolcu İlkin Aydın: Zorbalığa uğradım

VOLEYBOLU SEÇTİĞİ AN

Voleybolu tercih ettiği anı anlatan İlkin Aydın, “İlk voleybol antrenmanından çıktığımda “Evet ben voleybolcu olacağım” dedim. Hatta piyano da çalıyordum, konservatuvar sınavına girip kazandım da ama izin vermedikleri için bir seçim yapmam gerekti” sözlerini sarf etti.

YAŞADIĞI SAKATLIKLAR

Kariyerinde geçirdiği sakatlıklara değinen Aydın, “Sol dizimden üç ameliyatım var, ikisi ön çapraz bağ. Profesyonel hayata geçerken bunları kabul etmek gerekiyor. İki ameliyatımı da üst üste oldum. İki sene gibi bir boşluk oldu hayatımda. İki sene boyunca hiçbir şey yapmadım. Gerçekten zor. Ailemin yanımda olması benim için çok önemliydi ama mental olarak da bunu kabul edip tamamen çalışmaya ve sahaya dönmeye odaklanmaktı aslında. Ben psikolojik destek almadım ama spordan gelen bir ailem olduğu için onlar çok ayrı destekledi. Ben de hiçbir zaman “ya dönemezsem” kafasına hiç girmedim” dedi.

“ÇOK FAZLA ÇİFT ANTRENMAN YAPIYORUZ”

Yoğun idman temposuyla ilgili konuşan İlkin Aydın, “Çok fazla çift antrenman yapıyoruz. Gün bittiğinde neredeyse 5 saat idman yapmış oluyoruz” ifadelerini kullandı.

ÜNİVERSİTE HAYATI HAKKINDA

Üniversite hayatından da bahseden başarılı voleybolcu, “Üsküdar Üniversitesi’nde Görsel İletişim ve Tasarım okuyorum. Biraz zor geçiyor. İkinci sınıftayım şu anda. Grafiğe yakın bir bölüm. Benim çizimim fena değil. O yüzden böyle bir bölüm tercih ettim” şeklinde konuştu.

“SOSYAL MEDYADA ZORBALIK YAŞADIM”

Sosyal medyada zorbalık yaşadığını söyleyen İlkin Aydın, “Sosyal medyada zorbalık yaşadım ama ne ben insanların fikirlerine karışabilirim ne onlar benim fikirlerime karışabilir. Bu yüzden hepsini saygıyla kucaklıyorum diyeyim” diyerek sözlerini noktaladı.

Google o savaşı kaybetti

0

Google, Kanada’nın açtığı dijital telif davasını kaybetti. Bu karar sonrası Google’ın, Kanada’nın “Çevrim İçi Haberler Yasası” kapsamında Kanada Gazetecilik Kolektifi’ne (CJC) yaklaşık 70 milyon dolar ödeme yaptığı bildirildi.

Kanada Google’a karşı açtığı dijital telif davasını kazandı. Kanada’da yasalaşan Bill C-18″ sayılı Çevrimiçi Haberler Yasası, Meta ve Google gibi şirketlerin haber içeriklerini platformlarında kullanmaları karşılığında Kanadalı medya kuruluşlarına ücret ödemelerini gerektiriyor. Yürürlüğe giren bu kararla birlikte Google, Kanada Gazetecilik Kolektifi’ne (CJC) yaklaşık 100 milyon Kanada doları (70 milyon ABD doları) ödeme yaptığı bildirildi. Google’ın yaptığı ödeme, ülkedeki medya kuruluşları arasında paylaştırılacak.

Google başlangıçta, yasaya yanıt olarak Facebook ve Instagram’da haber içeriklerini engelleyen Meta’nın izinden gitmekle tehdit etmişti. Ancak daha sonra anlaşmaya varıldı. Kanada Gazetecilik Kolektifi, Aralık ortasında yaptığı açıklamada, Google tarafından paylaşılan veya yeniden kullanılan içerikler üreten medya kuruluşlarına fonların ilk kısmını Ocak ayı sonuna kadar dağıtmak için çalıştığını duyurdu. Meta bu yasadan muaf olabilmek için, Haziran 2023’te, Kanadalıların Facebook ve Instagram’daki haberlere erişiminin sonlandırılacağını duyurmuştu.

Yılda 2 bin saat çalıştığı varsayılan tam zamanlı bir gazeteci için, uygun yayıncıların yaklaşık 13 bin 798 dolar alacağı hesaplanıyor. Yayın kuruluşlarının ise bu tutarın her uygun çalışan için 6 bin 806 doları bulacağı belirtiliyor. Kanada Mirası Departmanı’ndan bir yetkili, küçük çaplı basın ve dijital platformların her gazeteci için 17 bin dolar civarında bir ödeme alacağını belirtti.

Murat Ülker dayanamadı. Piyasadan çekiliriz

0

Ülker markasının sahibi ve Yıldız Holding Yönetim Kurulu üyesi Murat Ülker, kişisel bloğunda dikkat çeken bir yazı yayınladı. Ülker, kendisine ve şirketine yöneltilen ‘Halk sağlığını tehdit eden ürünler üretiyor’ iddialarını kesin bir dille yalanlarken, bu durumun kanıtlanması halinde tüm işlerinin kapısına kilit vuracağını ve piyasadan çekileceğini belirtti.

Murat Ülker dayanamadı: 'Piyasadan çekiliriz'

Forbes 500 tarafından yayınlanan listede, 5.2 milyar dolarlık servetiyle Türkiye’nin en varlıklı iş insanı olarak gösterilen Murat Ülker, kişisel bloğunda paylaştığı yazıda Ülker şirketine yöneltilen iddiaları yanıtladı. Yıldız Holding Yönetim Kurulu üyesi Murat Ülker, şirketleri tarafından üretilen gıdaların içerikleri, tehlikeleri ve zararlı olup olmadıklarına yönelik detaylı bir paylaşımda bulundu.

‘KAPISINA KİLİT VURUR, PİYASADAN ÇEKİLİRİZ’

Sıklıkla sosyal medya aracılığıyla kendisine ve şirketine yöneltilen suçlamaları yanıtlayan Ülker, “Sadece şunu belirteyim, insanları hatta çocukları zehirlemeye yani öyle diyorlar, ne inancımız, ne ahlakımız ne de insanlığımız izin verir. Böyle kesin bir bilgi olsa o gün tüm işlerimizin kapısına kilit vurur, piyasadan çekilir, insanların mutluluğu için gereken neyse onu yaparız.” ifadelerini kullandı.

‘KATKI MADDELERİ KULLANMADAN ÜRETİM YAPMAK İMKANSIZ’

Murat Ülker tarafından paylaşılan yazısının dikkat çeken bölümleri şu şekilde:

“Modern gıda üretim ölçeğini göz önünde bulundurduğumuzda, katkı maddelerinin olmadığı bir sistemi hayal etmek neredeyse imkansızdır. Katkı maddeleri en temel anlamda gıdaların raf ömrünü uzatır, tatlarını zenginleştirir ve dokusunu iyileştirir. Tarihsel pencereden baktığımızda, toplumun katkı maddelerine pek de yabancı olmadığını keşfetmek mümkün. Tuzlama ve kurutma gibi geleneksel yöntemler, çok uzun yıllar boyunca gıdaların korunmasına ve lezzetinin artırılmasına yardımcı olmuştur. Burada mesela tuz hem korunma hem de lezzet artırma için en çok kullanılan katkı maddesidir. Pek de masum değildir; aşırı kullanımı toplum sağlığını günümüzde olumsuz etkilemektedir. Keza mesela pastırmada güneş kurutmada etkili olup tuz ve çemen koruyucu olarak kullanılır.

Günümüzde katkı maddelerini doğal ve sentetik olmak üzere iki ana gruba ayırıyoruz. Doğal kaynaklardan elde edilen maddeler mesela sakarozdan yani pancar şekerinden yapılan sitrik asit, gıda güvenliğini sağlamak ve ürünlerin ömrünü uzatmak için kullanılırken, bazı sentetik bileşikler (Benzoat E210) de bu amaçla gıdalara eklenir. Önemli olan nokta neyin, nerede, ne kadar kullanıldığıdır. Mesela benzoat fazla kullanıldığında zararlıdır. Fakat soğuk etlere (şarküteri eti, füme et) koruyucu olarak eklenmektedir. Kullanılmadığı takdirde riski: ürünün ömrü fevkalade kısalması ve bozulması yüksek olasılığıdır ve tüketen için öldürücü olur. Mühim olan denetimdir.

Son yıllarda, tüketicilerin “doğal” ve “organik” ürünlere olan ilgisi arttı. Bu eğilim, gıda sektörünün üretim anlayışını değiştirmeye başladı. Birçok üretici, üretim ölçeğine bağlı olarak, katkı maddelerini daha dikkatli kullanmaya ve alternatif yöntemler geliştirmeye yöneliyor. Ama katkı maddelerinin tamamen ortadan kalkması mümkün değildir. Modern üretim süreçlerinin ve şehirlerarası tedarik zincirlerinin bu maddelere olan ihtiyacı devam edecektir.

Gıda Resmi Otoriteleri

Gıda güvenliğini sağlamak ve uluslararası düzeyde standartları uygulamak, küresel bir koordinasyonu gerektiren, oldukça önemli bir süreç. EFSA (Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi) ve FDA (ABD Gıda ve İlaç İdaresi) gibi kuruluşlar, tüketicilerin sağlıklı ve güvenli gıdaya erişimini sağlamak için sürekli olarak denetimler yapar. Türkiye’de bu görev, Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından yürütülür. Hem yerel üretimi denetler hem de ithal edilen ürünlerin güvenli olmasını  sağlar.

Bu otoriteler gıdaların içerdiği pestisit ve ağır metal kalıntılarının sınırlarını, mikrobiyolojik riskleri ve genetik modifikasyonlar gibi birçok alanı denetler. Gıda güvenliğinin yalnızca laboratuvar analizleri ile sınırlı olduğunu sanmak, oldukça kısıtlayıcı olur. Küresel ticaretin hızla arttığı günümüzde, sahteciliği, etik olmayan uygulamaları ve yanıltıcı etiketleri, taklit gibi birçok benzer hususu da kontrol etmek bu otoritelerin görevidir.

Gıda Kodeksi

Gıda kodeksi, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde gıda üretimini ve ticaretini düzenleyen kapsamlı bir kural setidir. Codex Alimentarius gibi uluslararası standartlar, ülkeler arasında ticareti kolaylaştırırken tüketici sağlığını koruma amacı taşır. Avrupa’da, katkı maddeleri genellikle “e-numara” şeklinde tanımlanır. Bu Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi (EFSA) tarafından onaylanan ve Codex Alimentarius’a uygun olarak belirlenen katkı maddelerini tanımlar. Örneğin, e-100 numarası, belirli bir renklendiriciyi ifade eder, katkı maddelerinin Avrupa’daki standartlara uygunluğunu gösterir. Türkiye’de de benzer şekilde katkı maddeleri düzenlenmiş olmakla birlikte, kullanılan sınıflama farklı olabilir, ancak genel hedef, tüketici sağlığını korumaktır. Bu alandaki tüm çalışmalar Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından denetlenir.

Kodeks yalnızca teknik bir rehber değil, aynı zamanda tüketicilerin doğru bilgilendirilmesini sağlayan bir sistemdir. Örneğin, bir ürünün “glutensiz” olarak etiketlenebilmesi için, gluten içeriğinin belirli bir sınırın altında olması gerekir. Bu tür düzenlemeler gıda hassasiyeti olan bireyler için güvenli tüketim imkanı sunar, üreticilerin içeriğinin şeffaf bir şekilde herkes tarafından bilinmesini sağlar, sistemi geçerli, güvenilir ve sürdürülebilir kılar. Bugün, günümüz gıda sisteminin popüler kavramlarını, ne anlama geldiklerini ve nasıl işlediklerini biliyoruz. Ancak bu kavramların hayatımıza nasıl girdiğini ve neden var olduklarını daha net bir şekilde anlayabilmek için, gıda kavramının ve endüstrisinin gelişimini derinlemesine incelemek gerek.

Gıdanın Tarihsel Bağlamı ve Gelişimi

İnsanlık tarihinin en temel ihtiyaçlarından biri olan gıda, biyolojik bir zorunluluk olduğu kadar sosyal hayatın da dönüşümünde tayin edici bir güç olmuştur. Gıda ihtiyacımızın giderilmesi için var edilen sistemlerin tarihsel gelişimi, avcı-toplayıcı toplumların doğayla kurduğu ilişkiden, günümüzün karmaşık endüstriyel üretim süreçlerine kadar uzanır. Tarihin ilk dönemlerinde insanlar, çevrelerindeki doğal kaynaklardan faydalanarak hayatta kalmaya çalıştı. Avcılık ve toplayıcılık olarak adlandırılan bu dönemde, insan doğanın sunduğu her şeyi değerlendirdi. Yabani meyveler, kök bitkileri ve av hayvanları…

Ancak insanlar doğayı tanıdıkça, ona etki ederek faydalanmayı öğrendiler, öngörülebilir, düzenli bir hayat yaşamaya başladılar; artık hayatın bir tadı vardı. “Aman ağzımızın tadı bozulmasın“ deyimi galiba bu şekilde dilimize yerleşti. Yerleşik yaşamla birlikte tarım ve hayvancılık, insanların beslenmelerinin temeli oldu ve ellerindeki mahsul fazlasını trampa ederek beslenmelerini çeşitlendirdiler veya yeni öngördükleri ihtiyaçlarını giderdiler. Bu insanlık tarihindeki büyük kırılma noktalarından biridir. Zamanla teknolojik ve bilimsel gelişmeler, gıda üretimini ve sistemlerini daha verimli hale getirdi. 18. ve 19. yüzyıllarda tarım tekniklerinin gelişmesi, tarlalarda buharlı makinelerin kullanılmaya başlaması ve gübreleme yöntemlerinin keşfi, üretim kapasitesini artırdı. Bu şekilde refah arttı. Nüfus artışı ve çevresel sorunlar gibi çeşitli problemler ortaya çıktı.

Malthus’un Teorisi ve Taşıma Kapasitesi

Thomas Malthus, bu dönemde gıda üretiminin nüfus artışını desteklemekte yetersiz kalabileceğine dikkat çekerek, sürdürülebilirlik tartışmalarını başlattı. Gıda üretimi, insanlık tarihinin her döneminde nüfus artışıyla doğrudan ilişkili bir mesele olmuştur. 18. yüzyılda Thomas Malthus’un ortaya attığı teoriler, bu ilişkiye yeni bir boyut getirdi. Malthus, insan nüfusunun geometrik bir hızla artacağını, gıda üretiminin ise aritmetik bir hızla ilerleyeceğini öne sürerek taşıma kapasitesi kavramını gündeme taşıdı. Yani, o dönemin imkanları doğrultusunda işlenen doğal kaynakların belirli bir sınırı vardı. Bu sınır, “taşıma kapasitesi” olarak adlandırıyordu. Bu kapasite aşıldığında ise kıtlık, savaş ve hastalık gibi çeşitli sıkıntılar baş gösterecekti.

Malthus’un fikirleri o dönemde büyük yankı uyandırsa da, Malthus’un öngördüğü felaket senaryoları gerçekleşmedi. Uygarlık tarihimizde gerçekleşen devrim niteliğinde teknolojik ve bilimsel gelişmeler ile tarımda verim muazzam arttı. Yeni mekanize tarım yöntemleri, yüksek verimli tohum çeşitleri ve modern sulama teknikleri, kimyasal gübrelerin ve pestisitlerin yaygın kullanımı üretim miktarını ve verimi yükselterek, kapasiteyi çok arttırdı.

Tabii bu gelişmeler, beraberinde çevresel ve etik sorunlar getirdi. Yüksek verimli tarım yöntemleri, toprağın uzun vadeli verimliliğini tehdit ederken, su kaynaklarının ve biyoçeşitliliğin azalmasına yol açtı. Problemlerin sebebi bu yeni teknolojik ve bilimsel yöntemlerin kullanımındaki yanlış uygulamalar oldu. Küçük ölçekli çiftçiler dönüşüme uyum sağlayamadı. Dünyada tarım endüstrileşti. Maden, enerjide (petrol) olduğu gibi tarımsal üretimde de “yedi kız kardeşler” hüküm sürer oldu (**), eşitsizlikler derinleşti. Bugün Malthus’un teorisi üzerinde düşünecek olursak, konu sadece nüfus ve gıda üretimi arasındaki denge değil; aynı zamanda çevresel sürdürülebilirlik, sosyal adalet ve etik bir perspektifin de dahil edilmesi gereken bir uygarlık sorunudur.

Günümüzün başarı kriteri, gıda alanında kullanılan teknolojileri ve kullanım pratiklerini sadece çevre değil, sağlık ve sosyal hayatta olumsuz etki yaratmayacak şekilde tasarlamak ve uygulamak olmalıdır. Mesela tarımsal sürdürülebilirlik için akıllı teknolojiler, dikey tarım ve laboratuvar ortamında üretilen gıdalar gibi yenilikçi çözümleri bu çerçeve içinde değerlendirmek faydalı olacaktır.

Gıda Endüstrisinin Gelişimi

Gıdanın tek fonksiyonunun yalnızca karın doyurmak olmadığını, toplumların yaşam tarzlarını ve kültürlerini şekillendiren ana etkenlerden biri olduğunu söylemiştik, sanırım hemfikiriz. Endüstriyel Devrim olarak adlandırdığımız dönem ise, gıdanın tam anlamıyla uluslararası ticaret sistemine entegre olmasını sağladı. Üretim yöntemleri, tarımsal alanlardan fabrikalara doğru hızla evrildi ve bu değişim, bölgesel/ulusal ekonomilerin olduğu kadar, uluslararası ticaretin de merkezine yerleşti.

Endüstriyel devrim öncesinde, insanlar çoğunlukla gıdalarını yerelden temin ederdi. Tarımsal üretime dayalı ve el işçiliğiyle hazırlanan ürünler, çoğunlukla yakın çevrede tüketilirdi. Endüstride devrimin tarım ve gıda imalatına etkisiyle köklü bir değişim oldu. Artık kahve gibi bir bölgeye mahsus tarım ürünü tüm dünyada işlenebilirken soya, palm gibi yağ üretimi dünyanın bazı bölgelerine münhasır oldu. Kara, deniz ve demiryolları hatta hava yolları ile gıda ürünleri, kıtalararası yolculuklar yapar oldu.

Bu dönemde raf ömrünü uzatmaya yönelik birçok yöntem geliştirildi. Louis Pasteur’ün geliştirdiği pastörizasyon tekniği ve sonra keşfedilen iklimlendirme gıda güvenliğinde yeni bir devrim yarattı. Geleneksel tuzlama, tütsüleme teknikleri, yerini pastörizasyon, konserve ve daha sonra donuk gıda üretimi gibi bilimsel ve teknik yöntemlere bıraktı. Tabii hijyenik üretim yöntemleri, mikrobiyolojik yükün kontrolü ve temizlik maddeleri ve yöntemlerinin keşfinin etkisi de fevkalade büyük oldu. Bu gelişmeler gıda alanındaki sağlık risklerini azaltmanın yanı sıra, ürünlerin lezzetlerinin korunarak daha uzun süre saklanmasını sağlayarak ticaretin ve tüketim alışkanlıklarının dönüşümünde kilit bir rol oynadı.

Gıda endüstrisinin modern döneminde büyük etki bırakan bir diğer önemli gelişme ise, katkı maddelerinin kullanımının yaygınlaşmasıydı. Tek başına gıda olarak tüketilmeyen, besleyici değeri olan veya olmayan, üretim, işleme gibi aşamalarda koruma, stabilize etme gibi amaçlarla gıdaya ilave edilen, doğrudan ya da dolaylı olarak o gıdanın bileşeni haline gelen, maddelere gıda katkı maddeleri denir. Gıdaların lezzetini, dokusunu ve dayanıklılığını artıran bu maddeler, aynı zamanda üretim süreçlerini de daha verimli hale getiriyordu. Tabii konu işin içine bir şey “katmak” olunca, katkı maddelerine yönelik algılar tarih boyunca değişiklik gösterdi. Bu maddelerin sağlık üzerindeki etkileri ve güvenliği konusundaki tartışmalar, halen çağımızın en çok tartışılan gündem maddelerinden birini oluşturuyor.

Bu nedenle, katkı maddelerinin kullanımı uluslararası standartlarla sıkı bir şekilde düzenleniyor. Tüketicilerin son yıllarda doğal ve organik ürünlere yönelmesinin, bu alandaki üretim ve tüketim anlayışını  dönüştürdüğü de bir gerçek. İşlenmemiş veya daha az işlem görmüş ürünlere olan talep artarken, sektör tüketicinin beklentisine yanıt vermeye çalışıyor. Bir defa daha belirtmekte fayda görüyorum, modern tedarik zincirlerinin sürdürülebilirliği açısından katkı maddelerinden tamamen vazgeçmenin mümkün olduğunu düşünmüyorum; ancak alternatifler üzerinde mesai harcamanın değerini de yadsımıyorum. Gelişmenin en temel ön koşulu var olanla yetinmemektir.

İnsanın Gıda ile İlişkisi ve Yeme Davranışı

Şimdi tüketicimizin gözünden gıdaya bakalım. İnsanın yeme davranışı, bedenin ihtiyaçları, duygular ve toplumsal alışkanlıkların bir araya geldiği karmaşık bir sistem. Açlık hissi, vücudun enerji ihtiyacını beyne ilettiği bir sinyalle başlar, ancak bu sadece fizyolojik temelli bir ihtiyaç değildir. Yemek yeme davranışı aynı zamanda ruh halimiz, sosyal çevremiz ve kültürel normlarımız tarafından şekillenir. Enerjiye ihtiyaç duyduğumuzda midemiz, açlık hormonu ghrelini salgılar ve beynimize sinyal gönderir. Bu biyolojik mekanizma, “yemek” eylemini başlatır. Ancak açlık hissinin yanı sıra, tok kalmak durumu bir başka biyolojik süreçtir. Tok hissetmemizi sağlayan leptin ve insülin hormonlarının dengesi bozulduğunda, ihtiyaçtan fazlasını tüketmek kaçınılmaz hale gelir. Bu durum, sadece biyolojik bir mesele olmakla kalmaz, aynı zamanda duygusal ve psikolojik boyutları da içerir. Yemekle olan ilişkimizin biyolojiden çok daha öteye geçip karmaşıklaşmaya başladığı noktada, duygular devreye girer. (Hangi konuda böyle değil ki zaten?:-)) Neredeyse hepimiz hayatımızda stresli ya da üzgün hissederken kendimizi çikolata, dondurma, cips gibi şeyler yerken bulmadık? Bu tür yiyecekler, beynimizin ödül mekanizmasını harekete geçirir ve kısa süreli keyif veren bir dopamin patlamasına neden olur. Bu bazı yiyecekleri aşırı miktarda tüketmeye neden olabilir ve zamanla kontrolsüz bir yeme alışkanlığına dönüşebilir. Tam tersi olarak, sosyal medyada paylaşılan idealize edilmiş beden imajları ve kültürel normlar da gıda tüketmemeye veya tüketilen gıdayı kasıtlı olarak istifra etme davranışına (Bulimia) kadar giden sorunlara sebep olabilir. Duyguların yemekle buluştuğu bu hassas noktada, beden algımız ve dış dünyanın yarattığı, kimi zaman dayattığı idealler de yemek tercihlerimizi etkiler. İnce beden normlarının hakim olduğu günümüz dünyasında, yemek bir ihtiyaç olmaktan çıkıp, “yemek yememek” mücadelesine dönüşebilir.

Yemek eylemini sadece bireysel boyuta indirgemek, toplumsal boyutunun ihmaline neden olur. Birçok kültürde birlikte bir araya gelip yemek yenilmez; sofrada buluşulur. Mesela yemek davetleri veya önemli bir konuyu görüşmek için yemekte buluşmak sıkça yaptığımız şeylerdir. Yapılmak istenilen sadece yemek değil; birlikte vakit geçirmek, hikâyeler paylaşmak ve bağları güçlendirmektir. Buradan baktığımızda gıdanın fiziksel ve kaçınılamaz bir gereksinim olmasının yanı sıra, aynı zamanda sosyal ilişkilerin temelini oluşturduğunu keşfedebiliriz. Kültürümüzdeki aile sofraları, dost meclisleri, düğünler, bayramlar ve toplu yemekler bunun somut örnekleridir. Tabii bu noktada modern yaşamın hızı ve yoğunluğu sebebiyle giderek popülerleşen “çabuk yemek” yani “fast food”un sosyal ritüellerimizi değiştiren etkisini de görmezden gelmemek gerekiyor. Bu dönüşüm, yemek alışkanlıklarımızı daha pratik ve bireysel hale getirirken, aynı zamanda toplumsal etkileşimi ve paylaşma şekillerimizi de yeniden tanımlıyor.

Yemek, bireylerin kimliğini ve yaşam tarzlarını ifade etmeleri için bir araçtır. Bazı topluluklarda belirli yiyecekler kutsal kabul edilirken, diğerleri yasaklanabilir helal, koşer, vejetaryen gibi. Bunlar inançlar ve değerler yani kimlikle ilgilidir. Öte yandan, ekonomik koşullar yemekle olan ilişkimize yön verir. Düşük gelir gruplarında ucuz, yüksek kalorili gıdalar yaygınken; daha yüksek gelir grupları, organik ve sağlıklı ürünlere yönelmek eğilimindedir. Tabii bu ayrım, daha geniş sosyal ve ekonomik eşitsizliklerle de bağlantılıdır. Özetle yemekle olan ilişkimiz, sadece biyolojik bir gereklilik olmaktan çok, kimlik, toplum ve kültürle etkileşimimizin şekillendirdiği çok katmanlı bir süreçtir. Bu yüzden yemek davranışımız ne yediğimiz kadar neden ve nasıl yediğimize bağlıdır.

Gıda Sistemlerinin Şekillenmesi

Gıda, bilim, teknoloji ve endüstrinin kesişim noktasında sürekli dönüşen bir sistem. Bu sistemin bugünkü haline gelmesinde, bilimin katkıları ve endüstriyel süreçlerin etkisi yadsınamaz. İnsanlık, tarih boyunca daha verimli üretim yöntemleri geliştirme çabasında olmuştur ve bilim bu süreçte her zaman yol gösterici bir rol üstlenmiştir. Bilimin gıda üzerindeki etkileri, tarımdan başlayarak gıda işleme teknolojilerine kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO’lar), hidroponik tarım gibi yenilikçi yöntemler, tarımsal üretimde daha az kaynakla daha fazla verim alınmasını sağlıyor. Laboratuvar ortamında üretilen et gibi gelişmeler, hem olumsuz çevresel etkileri azaltma hem de artan nüfusun gıda talebini karşılamada yeni olanaklar sunuyor. Bilim sayesinde insan sağlığını ve gıda güvenliğini en ön planda tutarak, sürdürülebilir üretimi ve tedariği sağlayabiliyoruz. Geçmiş dönemlerde yaşanan kıtlıkları ve gıdaya ulaşma zorluğunu değerlendirdiğimizde şimdi ne kadar değerli imkanlara sahip olduğumuzu anlayabiliyoruz. Endüstriyel süreçler hem ürünlerin raf ömrünü uzatıyor hem de tüketici taleplerine daha hızlı yanıt verilmesini sağlıyor. Bu teknolojiler toplumların tüketim alışkanlıklarını da etkileyebilmektedir. İşlenmiş gıdalar, hızla değişen yaşam tarzımıza uygun bir çözüm sunuyor, ancak aynı zamanda sağlıklı beslenme ve sürdürülebilirlik açısından tartışılıyor. Günümüzde gıda sistemlerinin şekillenmesinde küreselleşmenin etkisi çok belirgindir. Küresel tedarik zincirleri sayesinde, mevsimi dışında meyve ve sebzelere ulaşabiliyoruz. Ama bu kolaylıklar karbon ayak izi, gıda güvenliği ve yerel üretimin zayıflaması gibi endişeleri beraberinde getiriyor. Sürecin ne kadar karmaşık olduğunu anlamak isteyen okuyucularım, kahvenin toplanmasından fincana kadar izlediği yolu araştırabilirler.

Ultra İşlenmiş Gıdalar ve İnsan

Bu bölümde konuyu “insan” perspektifi üzerinden inceleyeceğiz. Ultra İşlenmiş Gıda bilimsel ve teknolojik bir terim değildir. Uydurulmuş ve korkutucu bir terimdir. Neyi havi olduğu ve nereye kadar uzandığı belli değildir. İçinde geçen “Ultra” sözcüğü “işlenmiş” sözcüğü ile birleşince korkutmak isteyenin elinde oldukça korkutucu bir araca dönüşüyor.  Bu tanım NOVA diye bilinen bir gıda sınıflandırma sisteminden gelmektedir ve sırf işlendi ya da ultra, ne kastediliyorsa işlendi diye sağlığa zararlı olmaz. Gıda sadece ‘işlenmiş’ olduğu için sağlıklı ya da sağlıksız değildir. Gıda işleme üzerine kapsamlı bir tartışma, genel geçer net tanımlara sahip spesifik bir terminoloji gerektirir. Gıda işlemenin öneminin doğru bir şekilde anlaşılması için, işleme türlerinin arasında ayrım yapan NOVA gibi bir sınıflandırmaya gerek duyulmaktadır (***).

Son yıllarda sosyal medyanın da etkisiyle üzerinde tartışmanın popüler olduğu ultra işlenmiş gıdaların üretim süreci, 20. yüzyıl son çeyreğinden bugün 21. yüzyıl ilk çeyreğine geleneksel işleme yöntemlerinden farklı bir üretim sürecine tabi tutulur, yani artık fabrikalarda işlenmektedir gıdalarımız. Bu gıdalar, besin değeri açısından diğerlerine kıyasla daha yoksun olabiliyor ve genellikle tüketici için daha cazip hale getirilmesi için aroma ve boyar madde gibi çeşitli içerikler eklenir. Endüstriyel üretim süreçlerinde doğada bulunmayan kimyasal bileşikler, yapay tatlandırıcılar, koruyucular ve koku vericiler kullanılır. Ultra işlenmiş gıdalar, içerik ve besin değeri bakımından geleneksel ve doğal gıdalardan farklıdır, hatta doğada bulunmaz. Ama günümüzde tüketimin çoğunu teşkil ederler ve tüketici tercihi de bu yöndedir. Bu gıdaların tipik örnekleri arasında hazır yemekler, şekerli içecekler, cipsler, bisküviler, çikolata, işlenmiş etler vb bulunmaktadır. Taze meyve ve sebzelerden, doğal yağlardan ya da tam tahıllardan ziyade, bu gıdalar genellikle rafine şeker veya tatlandırıcı, beyaz un, koruyucu maddeler ve sentetik aromalarla üretilir. Tüm bu işleme süreçleri temelde gıdaların raf ömrünü uzatmayı amaçlar, böylece nefasetini kaybetmeden size ulaşabilirler. Ancak bu süreçte besin değerleri azalabilir.

Peki, neden bu tür gıdalar bu kadar çok tüketiliyor?

Uzmanlar bu sorunun cevabının, yalnızca ürünlerin pratikliği ve ekonomik olmasında yatmadığını; aynı zamanda beynimiz ve düşünme sistemimiz ile ilişkili olduğunun altını çiziyor. Modern yaşamın hızlı temposu, insanın pratiklik ve somut fayda arayışı mesela düşük fiyat, ultra işlenmiş gıdaların günlük hayatımıza entegre olmasını kolaylaştırmıştır. Ancak bu gıdaların içerikleri ve uzun süreli kullanım etkileri konusunda farkındalık artmaya başladı. Yüksek miktarda şeker, tuz ve doymuş yağ içeren bu gıdaların, obezite, kalp hastalıkları, diyabet gibi hastalıklar için önemli birer risk faktörü oluşturduğunu artık hepimiz biliyoruz. Bu gıdaların aşırı tüketilmesi, burası önemli zira suyu bile çok tüketirseniz zararlı, metabolizmanın dengesizleşmesine, iltihaplanma ve insülin direnci gibi olumsuz etkilere yol açabiliyor.

Ama neden bu gıdalardan vazgeçemiyoruz?

Uzmanlara göre bu gıdaları tercih etmemizin bir diğer nedeni, beynimizdeki ödül sistemini tetiklemesidir. Yüksek şeker, tuz ve yağ oranları, dopamin salınımını artırarak geçici bir ek haz ve mutluluk hissi yaratır. Dopamin, beynin ödüllendirmek sistemiyle ilişkilidir ve bu kimyasal tepkiler, bizi tekraren aynı tercihleri yapmaya yönlendirebilir. Özetle, ultra işlenmiş gıdalar yalnızca fiziksel açlığımızı değil, aynı zamanda zihinsel ve duygusal ihtiyaçlarımızı da karşılar. Bu durum zamanla bir bağımlılık döngüsünün oluşmasına sebep olabilir. Amerikalı tanıdıklarımdan kola tiryakileri vardı. Sabah kalkar kalkmaz ilk işleri bir şişe kola içmekmiş. Tabii gün boyu içilen miktar da fevkalade yüksek oluyor. Sosyal ve kültürel etkilerin de önemli bir faktör olduğunu unutmayalım. Uzmanlar, ultra işlenmiş gıdaların toplumda nasıl tüketildiğini yalnızca bireysel tercihlerle değil, aynı zamanda sosyal etkileşimler ve kültürel dinamiklerle de ilişkilendiriyor. Yemek kültürü, sosyalleşmeyi ve toplumsal etkileşimi şekillendiren çok önemli bir etken. Bu gıdaların ulaşılabilir ve erişebilirliği nerdeyse onları tüm tüketim okazyonlarında cazip kılıyor.

Ferdi Tayfur her çocuğuna 600’er milyon TL miras bıraktı

0

Vefatıyla Türkiye’yi hüzne boğan efsane sanatçı Ferdi Tayfur, arkasında 80 daire, 7 villa, Marmaris’te “cennetim” olarak adlandırdığı bir ada ve birçok gayrimenkul bıraktı. Yaklaşık 3 milyar liralık mirası, sanatçının 5 çocuğu arasında paylaştırılacak.

Ferdi Tayfur her çocuğuna 600’er milyon TL miras bıraktı

Ferdi Tayfur’dan geriye 80 daire, 7 villa ve Marmaris’te bir ada başta olmak üzere pek çok gayrimenkul kaldı.

Efsanevi sanatçının cenazesinde su yüzüne çıkan aile içi kavga nedeniyle yaklaşık 3 milyar liralık mirasın 5 kardeş arasında nasıl paylaşılacağı merak konusu oldu.

Ferdi Tayfur’un ölümünün ardından mal varlığı yeniden gündemde. İçinde Marmaris’te bir koy ve yarımadanın da bulunduğu çok sayıda taşınmaza sahip olan Ferdi Tayfur’un Adana, İstanbul, Marmaris’te 86 evi olduğu ortaya çıktı.

Sabah’tan Ömer Karahan’ın haberine göre, Ferdi Tayfur’un serveti muhtemelen sanatçının farklı tarihlerde birlikteliklerden dünyaya gelen 5 çocuğu arasında pay edilecek. Ferdi Tayfur, yaşamı boyunca tek resmi evlilik yaptı.

Çocukları, eşleri, torunları, yeğenleri derken Ferdi Tayfur tek başına büyük bir aileyi temsil ederek yaşamını sürdürdü.

CENNETİ 12 MİLYON DOLAR

Tayfur, Marmaris’teki yaşamı için hep ‘Cennetim’ benzetmesini kullandı. Bugün Tayfur’un sahip olduğu yarımada için bölgedeki emlakçılar, “En az 12 milyon dolar eder” diyor. Yani bu arazinin fiyatı en az 400 milyon TL. İstanbul ve Adana’daki daireler, Türkiye sınırları içerisinde arsa ve araziler, yaptığı eserlerden elde ettiği hak edişler –ve halihazırda ömür boyu sürecek telifler- derken Ferdi Baba yaklaşık 3 milyar TL gibi bir serveti geride kalanlara bırakmış. Yani bu hesaba göre her çocuk bu servetten 600 milyon lira pay alacak gibi görünüyor.

‘BEN PISIRIK ADAMIM’ DEMİŞTİ

Ferdi Tayfur, Necla Nazır ile nikah masasına oturamama nedenini şöyle açıklamıştı: “Özür diliyorum, başaramadım. Evli olduğum kadını İstanbul’a getirip boşanmayı kendime yediremedim. Bu konularda pısırık bir adamım.”

BANJO NE OLACAK?

Ferdi Tayfur’un bu hayatta en sevdiği şeylerden biri de ‘Sadakat’ kavramına verdiği önemden dolayı köpeği Banjo’ydu… Banjo ismini Ferdi Tayfur koymuştu. Afrika kökenli telli bir çalgı türüne verilen bir enstürman Banjo, ancak Ferdi Baba bu niyetle mi koydu o ismi bilinmez… Bu arada Banjo, Arjantin’de yaban domuzu da dahil olmak üzere büyük hayvan avı amacıyla melezlenmiş büyük, beyaz, kaslı bir köpek türü olan Dogo Argentino ırkına ait… Dünyanın en vahşi ve tehlikeli köpek ırkı anlayacağınız. Bakalım böylesine tehlikeli bir köpeğe kim sahip çıkacak ona kim bakacak?

BABASININ GÖZDESİ KÜÇÜK FERDİ

Ferdi Tayfur babasız yetim büyüdü. O yüzden “Baba şefkatini tatmadım. Babasız büyüdüm. Çocuklarıma o şefkati gösterdim mi bilemiyorum” demişti.

Ancak Ferdi Tayfur’un en küçük oğlu Ferdi Taha Tayfur’a ayrı bir sevgisi vardı. Ferdi Taha, babasının arabesk müziğine karşılık R&B ve yabancı pop şarkılar dinlemeyi seviyor. Ayrıca tam bir deniz aşığı… Kano ve rüzgar sörfü onun hayatında olmazsa olmazı.

MAHALLENİN HAMİSİ

Ferdi Tayfur, çocuk ve gençliğinin geçtiği Adana’daki Hürriyet Mahallesi’ni sık sık ziyaret ederdi. Kurban Bayramlarında kurban kestirip komşularına dağıtır, gençlere çocuklara kıyafet alır, harçlık dağıtırdı. Tayfur ‘Kim ne yaparsa kendine yapar hem dünyada hem ahirette’ sözünü kendisine düstur edinmişti.

Milan’dan inanılmaz geri dönüş. Hakan Çalhanoğlu devam edemedi

Milan, İtalya Süper Kupası’nın finalinde Inter’i 3-2 mağlup etti ve şampiyon oldu.

İtalya Süper Kupası’nın finalinde Inter ile Milan karşı karşıya geldi. Müsabaka Milan’ın 3-2’lik üstünlüğüyle sona erdi.

Inter’in gollerini 45+1’inci dakikada Lautaro Martinez ile 47’nci dakikada Mehdi Taremi kaydetti. Milan’da fileleri 52’nci dakikada Theo Hernandez, 80’inci dakikada Christian Pulisic ve 90+3’üncü dakikada Tammy Abraham havalandırdı.

Bu sonucun ardından İtalya Süper Kupası’nda şampiyon Milan oldu.

Inter’de maça ilk 11’de başlayan milli futbolcu Hakan Çalhanoğlu, 35’inci dakikada sakatlanarak kenara geldi.

Arda Güler şov yaptı, Real Madrid kupada farklı kazandı

İspanyol devi Real Madrid, Kral Kupası son 32 turunda Deportiva Minera ile karşı karşıya geldi. Eflatun-beyazlılar, sahadan 5-0’lık galibiyetle ayrıldı.

Arda Güler’in ilk 11’de sahne aldığı maçta Real Madrid’in gollerini 5. dakikada Valverde, 13. dakikada Camavinga, 28. ve 88.  dakikalarda Arda Güler ve 55. dakikada ise Modric kaydetti.
Mücadeleyi 9.8 reytingle tamamlayan milli futbolcumuz Arda Güler, sergilediği performansla maçın yıldızlarından birisi olurken taraftarlarından da tam not aldı.

Karşılaşmada 90 dakika sahada kalan Arda Güler, gelecek haftalarda ilk 11’de forma şansı bulmak için Carlo Ancelotti’ye de güçlü nedenler sundu.

Arda Güler şov yaptı! Real Madrid, kupada farklı kazandı
DİKKAT ÇEKEN AN
Deportiva Minera futbolcusu Omar Pedromo, mücadelenin sonunu beklemeden devre arasına girilirken Arda Güler ile forma değiştirdi. Bu anlar, sosyal medyada günün en çok yapılan paylaşımları arasına girdi.

Oryantal Didem’den yıllar sonra gelen taciz itirafı

Ünlü oryantal sanatçısı Didem Kınalı, Uzman Psikolog Esra Ezmeci’nin programına konuk oldu. Bir dönemler Türkiye’nin en ünlü figürlerinden biri olan Kınalı, İbo Show’da başından geçenleri anlatırken, dünyaca ünlü bir kadın sanatçı tarafından tacize uğradığını itiraf etti.

Oryantal Didem'den yıllar sonra gelen taciz itirafı: "Zorla dudağımdan öpmeye çalıştı"

Türk televizyonlarının en çok izlenen programlarından İbo Show’da yıllarca oryantal dans gösterileri sergileyerek ünlenen Didem Kınalı, kısa sürede halk tarafından ‘Oryantal Didem’ olarak tanındı.

Geçtiğimiz yıllarda türkücü İbrahim Tatlıses ile yaşadığı ‘vefa’ polemiği ile yeniden gündem olan Kınalı, Uzman Psikolog Esra Ezmeci’nin programına katıldı.

‘ZORLA KONSOMATRİSLİK YAPACAKSIN DEDİLER’

Kınalı, maddi imkansızlıklar nedeniyle 11 yaşında çalışmaya başladığını belirterek, “Ekonomik durumu kötü olan ama iyi bir ailede büyüdüm” şeklinde konuştu. 24 yıl boyunca oryantallik kariyerine devam ettiğini ve bu süreçte bazı mekanlarda kendisinden konsomatrislik yapılmasının istendiğinde aktaran Kınalı, hayatının 17 yaşında başladığı İbo Show ile birlikte değiştiğini söyledi.

‘İBRAHİM TATLISES İLE DUYGUSAL BİRLİKTELİĞİM OLMADI’

Kınalı, İbrahim Tatlıses ile birlikte çalıştığı yıllarda birçok kez ölüm tehditleri aldığını, buna karşın hiçbir zaman Tatlıses ile duygusal bir birliktelik yaşamadığını belirtti. Hayatı boyunca yaşadığı zorluklara ilişkin isyan eden Kınalı, “Şu anda şarkıcılık yapmaya çalışıyorum. Herkese kırgınım. Afedersiniz insan besleyeceğinize hayvan besleyin daha iyi. Çok yoruldum. Sahte insanlardan bıktım. Hiç kimseye güvenmiyorum” ifadelerini kullandı.

‘MADONNA ZORLA DUDAĞIMDAN ÖPMEYE ÇALIŞTI’

Yaptıkları meslek nedeniyle hayatları boyunca birçok kişinin tacizine uğradıklarını söyleyen Kınalı, “Kadınlar daha çok taciz ediyor. Madonna’nın 56. doğum gününde dans ettim. Beni dudağımdan öpmeye çalıştı. Kafamı çevirdim ama ikinci kez hamle yaptı. Sanırım dudağımdan öpmesine izin vermediğim için bir dolar bahşiş verdi…” dedi.

Çelik sevgilisi Elif Üngür’ü paylaştı

Şarkıcı Çelik, öğretmen sevgilisi Elif Üngür ile çekilen fotoğrafını sosyal medya hesabından paylaştı.

Çelik sevgilisi Elif Üngür'ü paylaştı: 'Oha çok güzel'

Şarkıcı Çelik sosyal medyada esprili bir paylaşımda bulundu.

Çelik, öğretmen olan kız arkadaşı Elif Üngür ile birlikte çekildiği fotoğrafı Instagram’da yayınladı.

Gönderisine de “Bir beğeni ve yorumunuzu alırız. Hatta bir yorumunuzu alırız. ‘Oha, Çelik’in sevgilisi çok güzel’ onu da alırız” notunu düştü.

Şakir Paşa Ailesi dizisinden sevindiren haber geldi

0

Ekranların büyük ilgiyle takip edilen dizisi Şakir Paşa Ailesi: Mucizeler ve Skandallar, geçtiğimiz Aralık ayında yaşanan talihsiz yangın sonrası çekimlerine ara vermek zorunda kalmıştı.

Büyükada’daki tarihi Şakir Paşa Köşkü’nün yer aldığı 7 dönümlük platonun tamamen yanması, dizinin hayranlarını derinden üzmüştü. Ancak dizi ekibinden sevindiren haber nihayet geldi. Yapım ekibinin hummalı çalışmaları sayesinde tamirat tamamlandı ve set yeniden çekimlere başladı.

Büyükada Yangını: Şakir Paşa Köşkü Kül Oldu

Dizinin çekimlerinin yapıldığı Büyükada’daki tarihi köşk, geçtiğimiz ay çıkan büyük bir yangında kül olmuştu. Yangının çıkış nedeni henüz tam olarak açıklanmamış olsa da, dizi setinde büyük hasara yol açtığı biliniyor. Şakir Paşa Köşkü, dizinin en ikonik mekânlarından biriydi ve bu felaketin ardından dizinin geleceği hakkında birçok spekülasyon ortaya atılmıştı.

Ancak yapım ekibi, yangının ardından hemen harekete geçti. Yangından zarar gören alanların restorasyon çalışmalarına hız verildi ve sosyal medyada dolaşan bilgilere göre, tarihi köşkün restorasyonu tamamlandı. Böylece dizi çekimlerinin de yeniden başladığı öğrenildi.

Şakir Paşa Ailesi Hayranlarına Müjde: Yeni Bölümler Yolda!

Dizinin yapım ekibi, yangın felaketinin ardından çekimlere devam edebilmek için büyük bir çaba harcadı. Özellikle köşkün restorasyon sürecinin hızla tamamlanması, dizinin ekrana dönüş tarihini öne çekti. Şakir Paşa Ailesi: Mucizeler ve Skandallar dizisinin yeni bölümlerinin ay sonu ya da şubat başı itibarıyla izleyicilerle buluşması bekleniyor.

Sosyal Medyada Büyük Heyecan

Dizinin hayranları, sevilen yapımın ekranlara geri döneceği haberini sosyal medyada büyük bir coşkuyla karşıladı. Birçok izleyici, dizinin yeni bölümlerine dair teorilerini ve beklentilerini paylaşmaya başladı. Özellikle yangın sonrası hikâyede nasıl değişiklikler yapılacağı ve Şakir Paşa Köşkü’nün akıbetinin nasıl anlatılacağı merak konusu oldu.

Dizi ekibi, yangın sonrası hızlıca toparlanarak çekimlere başlamasıyla sektörde büyük takdir topladı. Yapımcılar, restorasyon sürecini yakından takip ederken, dizinin oyuncu kadrosu da geri dönüş için sabırsızlandıklarını belirtti.

Başarılı oyuncu kadrosu ve dikkat çekici senaryosuyla reytinglerde üst sıralarda yer alan Şakir Paşa Ailesi, televizyon dünyasında yeniden gündeme oturacak gibi görünüyor. İzleyiciler, yeni bölümleri merakla beklerken, yapım ekibinden gelen olumlu haberler heyecanı artırdı.

Dizinin Ekranlara Dönüş Tarihi

Henüz yapımcı şirketten resmi bir açıklama gelmemiş olsa da, dizinin şubat ayı başlarında yeniden ekranlara dönmesi bekleniyor. Yeni bölümlerle birlikte dizinin senaryosunda yaşanan değişikliklerin izleyici tarafından nasıl karşılanacağı ise merak konusu.

Şakir Paşa Ailesi’nin Başarı Yolculuğu

Şakir Paşa Ailesi: Mucizeler ve Skandallar, tarihi dokusu ve güçlü oyuncu kadrosuyla dikkat çekiyor. Dizinin hikâyesi, Osmanlı döneminden Cumhuriyet’e uzanan bir zaman diliminde, Şakir Paşa ailesinin yaşadığı skandalları ve mucizevi olayları konu alıyor.

Son yangın felaketi, dizinin hem ekibi hem de hayranları için zorlu bir süreç olmuştu. Ancak setin yeniden açılması ve çekimlerin başlamasıyla bu zorlu dönemin geride bırakıldığı anlaşılıyor.

5 yıldır sevgilim var

Ünlü şarkıcı Hande Yener, katıldığı programda özel hayatına ilişkin dikkat çeken açıklamalarda bulundu. Ünlü şarkıcı, prodüktörü Misha ile 5 yıldır gözlerden uzakta bir ilişki yaşadığını itiraf etti.

Hande Yener, Hülya Avşar’ın YouTube programına konuk oldu. Kariyerinde özel hayatına kadar dikkat çeken açıklamalarda bulundu.

Kariyerinden özel hayatına kadar samimi açıklamalarda bulunan 51 yaşındaki şarkıcı, 5 yıldır bir ilişkisi olduğunu ve sevgilisinin müziklerini yaptığını söyledi. Yener’in uzun süredir hayatında olan kişi ise prodüktörü Misha.

“İYİ Kİ SENİNLE KARŞILAŞTIK”

İşte Hande Yener’in açıklamalarından öne çıkanlar:

Ben tezgahtardım. Şarkıcı nasıl oldum? Seninle karşılaşmasak belki de başka bir şey olacaktım. İyi ki seninle karşılaştık.

Spor da yapıyorum, fit kalmak için. Yoga yapıyorum. Çok güzel besleniyorum. Akşam 7-8 sebzemi yerim. Bir kilo bile alsanız size bir kilo ödem hediye ediyor. Sebzeyle, su içerek. Peynir ve yumurtadan vazgeçemiyorum. Alkol almıyorum.

“5 YILDIR SEVGİLİM VAR”

Yener, Hülya Avşar’ın sevgilin var mı sorusu üzerine de “5 yıldır sevgilim var, benim müziklerimi yapıyor. Biz çok iyi arkadaşız, o yüzden ilk kez bir ilişkimde 5 yıl süresini geçtim. Çok şanslıyım, beni anlıyor, dinliyor. İlk söylediğim şey ‘Seni bana Allah yolladı’, ikinci söylediğim şey ‘Aileni tanımak istiyorum.’ ‘Rol mü yapıyorsun bana?’ dedim ve annesiyle tanıştım” yanıtını verdi.

Demet Akalın Photoshop’un dozunu kaçırdı

Hadise’nin O Ses Türkiye’deki Sıfır Tolerans performansına verdiği tepkiyle gündeme gelen ünlü şarkıcı Demet Akalın bir fotoğrafına uyguladığı Photoshop ile çok konuşuldu.

Giderli şarkılarıyla geniş bir hayran kitlesine ulaşan Demet Akalın, sosyal medya hesabından güncel olaylara verdiği tepkilerle sık sık gündeme geliyor.

Yeni yıl için konser veren Akalın, geceden çok sayıda fotoğraf paylaştı. Ailesinin de katıldığı konserde gümüş rengi bir elbise giyen şarkıcı, söz konusu fotoğrafta yaptığı oynamayla dikkatleri üzerine çekti.

Bacağının bir kısmını yok eden ünlü şarkıcıya sosyal medyadan çok sayıda yorum geldi.

Gelen yorumlara rağmen fotoğrafı kaldırmayan Akalın, herhangi bir açıklama yapmadı.

Demet Akalın son günlerde Hadise’nin O Ses Türkiye’deki Sıfır Tolerans performansını Narin’e armağan etmesine verdiği “Kusacağım” tepkisiyle adından söz ettirmiş, konuyla ilgili İrem Derici ile de polemik yaşamıştı.

Elti kıskançlığı arı kovanına kadar uzandı

Her ailede yaşanan bir durum büyük olasılıkla iki erkek kardeşin eşleri arasındaki gerilim… Bir başka deyişle eltiler arası rekabet, kıskançlık, anlaşmazlık… Adına ne derseniz deyin.

Bütün bunlar hep aile içinde kalır ya da en fazla mahalle çevresinde sohbet bazen de dedikodu konusu olur.

Tabii eğer dünyanın gözlerini ayırmadan izlediği bir aileye mensup değilseniz!

Elbette bu türden ailelerin attığı her adım olay olduğu gibi üyeleri arasında yaşanan gerilimler de meraklı gözlerden kaçmaz. Tıpkı İngiliz kraliyet ailesinde olduğu gibi…

Sözü fazla uzatmadan özetleyelim, çünkü olan biteni artık bütün dünya biliyor.

Elti kıskançlığı arı kovanına kadar uzandı

İKİ KARDEŞ DE EŞLERİ DE ‘KANLI BIÇAKLI’

Kral Charles ile eski karısı Diana Spencer’ın iki oğlu William ile Harry son dört yıldır kanlı bıçaklı. Elbette onların bu gerilimi eşleri Kate Middleton ile Meghan Markle’a da yansıdı… Sonuç olarak iki eltinin arası da hiç iyi değil.

Markle’ın aileye katıldığı ilk dönemde karşıtları giderek artan İngiliz kraliyet ailesinin vitrin yüzleri olup aileye sempati kazandırması beklenen o dönemdeki adıyla ‘Muhteşem Dörtlü’ çoktan dağıldı.

Artık “dörtlü” olmayı bırakın yan yana gelmemek için ellerinden geleni yapıyorlar.

Prens Harry ile karısı Meghan Markle, 2020 yılında ABD’ye taşınmadan önce de ailenin iki gelini arasında ciddi bir rekabet vardı.

Elti kıskançlığı arı kovanına kadar uzandı

‘TAHTINI’ ELTİSİYLE PAYLAŞMAK ZORUNDA KALDI

Meghan gelene kadar ailenin ve tabii ki halkın yıldızı olan Prens Wililam’ın karısı Kate Middleton, 2018’deki düğünden sonra “tahtını” Meghan Markle ile paylaşmak zorunda kaldı.

İki elti her yönleriyle sürekli birbirleriyle kıyaslandı. Durum öyle bir hale geldi ki bir dönem ortak kullandıkları sosyal medya sayfası, iki çiftin taraftarlarının birbiriyle mücadele ettiği bir alana dönüştü.

Sonunda Kensington Sarayı çareyi iki kardeşin ve eşlerinin sosyal medya sayfasını ayırmakta buldu.

Ama tabii ayrılık bununla kalmadı. William ile Kate Middleton ve Harry ile Meghan Markle fiziksel olarak da ayrıldı. Aralarına kilometreler ve koca bir okyanus girdi.

Yine de özellikle de iki elti Kate ile Meghan arasındaki rekabet ve kıyaslama bitmek bilmedi…

Onlar bu durumu ne kadar dikkate alıyor bilinmez ama bu konu son günlerde farklı bir şekilde yeniden gündeme geldi.

Elti kıskançlığı arı kovanına kadar uzandı

SIRAYLA ARI KOVANININ BAŞINA GEÇTİLER

Bunun nedeni de artık kocası Prens Harry ile ayrı ayrı işler yapacak olan Meghan Markle’ın bir dijital platform için hazırladığı With Love, Meghan adlı yemek programından yansıyan görüntüler.

Bu program kapsamında Meghan, lüks bir malikanenin mutfağında yemek pişirmek dahil mutfakla ilgili hünerlerini sergileyecek ama şimdi konumuz bu değil.

Markle’ın programından ekrana yansıyan bir görüntü Kate Middleton ile aralarındaki o bitmez rekabeti bir kez daha alevlendirdi.

Ana sebep de arılar!

Programın fragmanlarında Meghan bir arı kovanından bal alırken görülüyor. Tabii ki o görüntüler yıllar önce Kate’in de üzerinde koruyucu kıyafetle arı kovanı önünde çekilen bir görüntüsünü akıllara getirdi.

Tabii ki “Meghan yine Kate’i taklit etti” ya da “Meghan, Kate’in her şeyini kıskandığını bu kadar belli etmeseydi” söylentileri de ortada dolaşmaya başladı.

Elti kıskançlığı arı kovanına kadar uzandı

KATE’İN KONUTUNUN ARAZİSİNDE ARI KOVANLARI VAR

Bu arada küçük bir not…

Kate Middleton’ın gerçekten arıcılık hobisi olduğunu söyleyelim. William ve üç çocuğuyla birlikte yaşadıkları Anmer Hall’da arı kovanları bulunuyor.

2023 yılında kutlanan Dünya Arıcılık Günü için de Middleton arı kovanlarıyla ilgilenirken çekilen bir fotoğrafını resmi sosyal medya sayfasından paylaşmıştı.

Ondan iki yıl sonra Meghan Markle da arı kovanının başında görüntü verince akıllara hemen Kate’in o pozu geldi. Tabii ki iki elti arasında süregiden rekabet ve kıyaslama da yeniden alevlendi.

Elti kıskançlığı arı kovanına kadar uzandı

ELTİ REKABETİ KİTABA BİLE KONU OLDU

Kate Middleton ile Meghan Markle arasındaki bu gerilim Omid Scobie çarpıcı iddialarla gözler önüne serdi. Onun kaleme aldığı Endgame adlı kitap, İngiliz basınındaki bazı gazetelerin yorumuna göre İngiliz kraliyet ailesini utandıracak iddialarla dolu.

Scobie kitabında İngiliz kraliyet ailesinin iki gelini hakkında aslında bugüne kadar bilinen bazı ayrıntıların biraz daha derinine inmiş durumda.

Kitabında ileri sürdüğüne göre Prens William’ın karısı Kate Middleton ile Prens Harry’nin karısı Meghan Markle’ın arası sanıldığı gibi “Megxit” sırasında açılmadı.

Yani iki kardeşin eşleri arasında daha Harry ile Meghan İngiliz kraliyet ailesinden ayrılmadan önce buz gibi rüzgarlar esiyordu.

Elti kıskançlığı arı kovanına kadar uzandı

ONU RAKİP OLARAK GÖRÜYORDU… ADINI DUYUNCA ÜRPERME GELİYORDU

Omid Scobie, yeni kitabı Endgame ile ilgili olarak Fransız Paris Match dergisine bir röportaj verdi. Orada da iddialarını bir kez daha tekrarladı.

Onun ileri sürdüğüne göre o dönemde Cambridge Düşesi olan Kate Middleton, eltisi Sussex Düşesi Meghan Markle ile neredeyse hiç konuşmuyordu.

Meghan ile konuşmak yerine “onun hakkında konuşmayı” tercih ediyordu. Kitaptaki iddiaların biri de Meghan’ın adını duyduğunda “şaka yollu” bir ürperme geçirdiği.

Scobie’nin kitabında ileri sürdüğüne göre Kate Middleton, eltisi Meghan Markle’ın ortaya çıktığı 2016 yılından beri onu kendine bir rakip olarak gördü. Scobie “Kate he zaman Meghan’ın adını duysa kıkırdayarak titremeye başlıyordu” dedi.

Kate’i “tembel” diye tanımlayan Scobie yine de Galler Prensesi’nin sakin ve kendinden emin olduğunu ekledi.

Bu arada Omid Scobie’nin ileri sürdüğü başka bir ayrıntı daha var. Buna göre Wililam ile Kate, çalışanlarının Harry ve Meghan hakkında olumsuz söylentiler yaymasına da izin veriyor. Yani iki çift arasındaki medya savaşları bitmiş durumda değil.

Elti kıskançlığı arı kovanına kadar uzandı

‘BELKİ ÖFKE VE KISKANÇLIK BİTERSE YİNE BARIŞIRLAR’

Omid Scobie’nin ileri sürdüğüne göre William, kardeşi Harry’nin hayatıyla ilgili seçimler yüzünden hayal kırıklığına uğramış durumda. Bu konuda şunları söyledi yazar:” William kardeşine çok kızgın. Özellikle de Spare (Yedek) adlı kitabın yayınlanmasından sonra.”

Fakat Scobie’nin bu konuda bir görüşü var. Bugün iki kardeş iyi geçinemiyor olabilir. Ama yarın tekrar birbirlerinin en iyi arkadaşı haline gelebilirler.

Bu zaten bütün dünyada kardeşler arasında yaşanan bir durum. Ama tekrar iyi kardeşler olabilmeleri için içlerindeki öfke ve kıskançlıktan kurtulmaları gerek.

Kadıköy’de Fenerbahçe En-Nesyri ile kazandı

Fenerbahçe, Trendyol Süper Lig’in 18. haftasında evinde Hatayspor’u konuk etti. İşte detaylar…

Fenerbahçe, Trendyol Süper Lig’in 18. haftasında Kadıköy’de Hatayspor’u 2-1 mağlup etti.

Fenerbahçe’nin golleri; 17. ve 45+5. dakikalarda En-Nesyri’den geldi. Hatayspor’un golü ise 33. dakikada Boutobba’nın vuruşunda geldi.

Fenerbahçe bu galibiyetle birlikte 39 puana yükselerek, Galatasaray’ın 8 puan gerisinde takibi sürdürdü. Hatayspor ise 9 puanla 18. sırada kaldı.

Ülker Stadı’nda saat 19.00’da başlayan müsabakayı, hakem Oğuzhan Çakır yönetti. VAR koltuğunda ise Onur Özütoprak oturdu.

Fenerbahçe’de Sezonu kapatan Becao ve Oosterwolde’nin yanı sıra, tedavileri süren İsmail Yüksek ve Samet Akaydin kadroda yer almadı. Livakovic ve Oğuz Aydın ise sakatlıktan yeni çıktıkları için riske edilmeme kararı alındı.

Öte yandan Saint-Maximin ise ağrıları nedeniyle kadroda yer almadı.

İLK 11’LER

Fenerbahçe: İrfan Can, Osayi Samuel, Çağlar, Djiku, Levent, Amrabat, Fred, Tadic, Kostic, Dzeko, En-Nesyri

Hatayspor: Erce, Kerim, Yiğit Ali, Kilama, Kamil Ahmet, Abdülkadir, Rui Pedro, Lamine Diack, Boutobba, Funsho, Aboubakar.

MAÇTA YAŞANANLAR

90′ Edin Dzeko penaltıyı kaçırıyor.

90′ Fenerbahçe penaltı kazanıyor! Oğuzhan Matur’un, Sebastian Szymanski’ye ceza alanı içinde yaptığı kontrolsüz müdahale sonrasında hakem Oğuzhan Çakır, VAR uyarısıyla pozisyonu izleyerek penaltı noktasını gösteriyor.

85′ İki takım oyuncuları arasında yaşanan tartışma sonrasında Fred ve Vincent Aboubakar hakem Oğuzhan Çakır tarafından sarı kartla cezalandırılıyor.

78′ Atakaş Hatayspor’da ilk oyuncu değişikliği gerçekleşiyor. Funsho Bamgboye oyundan çıkarken, Oğuzhan Matur yerine giren isim oluyor.

77′ Orta sahada yaşanan ikili mücadele sırasında Sebastian Szymanski, Rui Pedro’yu formasından çekince Oğuzhan Çakır tarafından sarı kartla cezalandırılıyor.

76′ Fenerbahçe’de ikinci oyuncu değişikliği gerçekleşiyor. Dusan Tadic oyundan çıkarken, Sebastian Szymanski yerine giren isim oluyor.

73′ Youssef En-Nesyri’nin ceza alanında sağda son çizgiden içeri çevirdiği pasında Guy-Marcelin Kilama topu uzaklaştırmayı başarıyor.

70′ Karşılaşmadaki ilk oyuncu değişikliğini Fenerbahçe gerçekleştiriyor. Bright Osayi-Samuel oyundan çıkarken, Mert Müldür yerine giren isim oluyor.

65′ Edin Dzeko’nun pasıyla topla buluşan Bright Osayi-Samuel’in ceza sahası dışından kaleye gönderdiği şutunda top kalenin üstünden auta çıkıyor.

58′ Edin Dzeko’nun pasıyla ceza alanında topla buluşan Youssef En-Nesyri’nin karşı karşıya pozisyonda yaptığı vuruşta açıyı iyi kapatan Erce Kardeşler gole izin vermiyor.

55′ Orta sahada yaşanan ikili mücadele sırasında Sofyan Amrabat, Rui Pedro’ya kontrolsüz bir müdahalede bulununca Oğuzhan Çakır tarafından sarı kartla cezalandırılıyor. Sofyan Amrabat, bu kartla gelecek maçta cezalı duruma düşüyor.

52′ Edin Dzeko’nun defansın arkasına gönderdiği pasta Youssef En-Nesyri topa istediği gibi hakim olamıyor.

49′ Sol kanattan kazanılan korneri kullanan Filip Kostic’in ceza alanına gönderdiği ortasına yükselen Youssef En-Nesyri’nin kafa vuruşunda Erce Kardeşler topu uzaklaştırmayı başarıyor.

Kadıköy'de Fenerbahçe En-Nesyri ile kazandı! Fenerbahçe 2-1 Hatayspor - Resim : 2

Mücadelenin ilk yarısı Fenerbahçe’nin 2-1’lik üstünlüğüyle tamamlandı.

45+5′ Fenerbahçe, En-Nesyri’nin kafa golüyle yeniden öne geçti.

45′ Vincent Aboubakar’ın ceza sahası dışında uzak bir mesafeden kaleye gönderdiği şutunda top kalenin üstünden az farkla auta çıkıyor.

43′ Edin Dzeko’nun pasıyla ceza alanında topla buluşan Youssef En-Nesyri’nin yaptığı vuruşta top kalenin sağından auta çıkıyor.

33′ Gol! Hatayspor, Boutobba ile eşitliği yakaladı.

24′ Fred’in pasıyla ceza alanında topla buluşan Filip Kostic’in yakın mesafeden gelişine yaptığı vuruşta Erce Kardeşler gole izin vermiyor.

20′ Fred’in ceza sahası dışından kaleye gönderdiği şutunda Erce Kardeşler topu kornere çelmeyi başarıyor.

Kadıköy'de Fenerbahçe En-Nesyri ile kazandı! Fenerbahçe 2-1 Hatayspor - Resim : 3

17′ Gol! Fenerbahçe, En-Nesyri ile 1-0 öne geçti.

13′ Orta sahada yaşanan ikili mücadele sırasında Rui Pedro, Fred’e kontrolsüz bir müdahalede bulununca Oğuzhan Çakır tarafından sarı kartla cezalandırılıyor.

11′ Edin Dzeko’nun pasıyla ceza alanında topla buluşan Filip Kostic’in sol çaprazdan yaptığı vuruşta top uzak kale direği dibinden az farkla auta çıkıyor.

5′ TEHLİKELİ ATAK! Fred’in savunma arkasına attığı topta En-Nesyri’nin vuruşu direğe çarptı ve dışarı çıktı. Hatayspor kale vuruşu kullanacak.

1′ Mücadelede ilk düdük çaldı.

Kaynak: Medyatava

Koç Holding Alatini Köşkü’nü satın alıyor

0

Koç Holding, 31 Mart Vakası’nın ardından tahttan indirilerek Selanik’e sürgüne gönderilen Sultan 2. Abdülhamid’in 3 yıl boyunca yaşadığı Alatini Köşkü’nü satın almak için harekete geçti. Ömer Koç’un köşkü bizzat görmeye gittiği belirtildi.

Koç Holding, kültürel yatırımlarına devam ediyor. Halihazırda İstanbul’da bulunan Abdülmecid Efendi Köşkü’nü elinde bulunduran Koç Holding, şimdi de Osmanlı İmparatorluğu’nun 34. padişahı 2. Abdülhamid’in Selanik’te sürgün hayatı yaşadığı Alatini Köşkü’nü satın almak için nabız yokladı.

Analiz Gazetesi’nin haberine göre, günümüzde Makedonya Valiliği olarak kullanılan köşkün satın alınması halinde Türk-Yunan İlişkileri Enstitüsü olarak kullanılması planlanıyor.

SÜRGÜN HAYATI YAŞAMIŞTI

Sultan 2. Abdülhamid, 31 Mart Vakası olarak bilinen ve 13 Nisan 1909 tarihinde İstanbul’da başlayan ayaklanmaların ardından Hareket Ordusu’nun kontrolü ele geçirmesiyle birlikte iktidardan alınmış ve ailesinden 38 kişiyle birlikte Selanik’te bulunan Alatini Köşkü’ne gönderilmişti.

Satılığa çıkarılan köşke ilgi gösteren Koç Holding’de Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Koç’un bizzat köşkü görmek için Yunanistan’a ziyarette bulunduğu öne sürüldü.

Fenerbahçe’den zehir zemberek sözler. Ligin güvenilirliği yok

Fenerbahçe Kulübü Genel Sekreteri ve Yönetim Kurulu Üyesi Burak Kızılhan, Galatasaray-Göztepe karşılaşmasında yaşanan hakem kararlarına sert tepki gösterdi.

 

Fenerbahçe Genel Sekreteri ve Yönetim Kurulu Üyesi Burak Kızılhan, Galatasaray – Göztepe maçının hakemi Alper Akarsu’ya tepki gösterdi. Kızılhan, “Bu hakemlerle oynanan ligin güvenilirliği ve adaleti yoktur!” açıklamasını yaptı.

Burak Kızılhan açıklamalarında şu ifadeleri kullandı:

“Her hafta yaşanan, izlemekten utandığımız hakem hataları ligin kaderini etkilemeye devam ediyor.

Milyonların gözü önünde gerçekleşen pozisyonlara rağmen hakemlerin tereddütsüz şekilde verdiği yanlı kararlar,

Türk futbolunda adil rekabeti isteyenlere ve kulübümüze karşı açık bir meydan okuma haline gelmiştir.

Hakemler, bir takım lehine hata yaptıklarında görev almaya devam edeceklerini;

karar doğru bile olsa, bu karar bir takımın aleyhine olduğunda ise haftalarca maç yönetememe cezası alacaklarını çok iyi bilmektedirler.

Bu çarpık düzen, Galatasaray’a her yolu açmakta, cesaret vermektedir.

İlgili takımın oyuncuları, hakemlere hakaret, rakip oyunculara sert müdahaleler ve son örneği bu akşam olduğu gibi tüm ihlallerinin cezasız kalacağını bilmenin rahatlığıyla hareket etmektedirler.

Yaşanan tüm bu kayırma ve kuralsızlıklar laf oyunları ve gündemi saptırmaya yönelik taktiklerle, arsızca sıradanlaştırılmaya çalışılmaktadır.

Bu hakemlerle oynanan ligin güvenilirliği ve adaleti yoktur!

Adaletin tesisi ve sahada alın teri ile kazanılan emeklerin hakkının verilmesi için yabancı hakem uygulaması derhal hayata geçirilmelidir.

Bu konuda tavrımız, beklentimiz ve talebimiz net ve açıktır;

Türk futbolunun sportif gerçeklikten uzak adaletten yoksun bir gün daha geçirmesine tahammülümüz yoktur!”

Kaynak: Medyatava

Atiye lüks evini kapatıp doğa içine taşındı

Dünyanın en zengin YouTuber’ı evleniyor

Dünyanın en zengin YouTuber’ı olarak bilinen ve MrBeast olarak tanınan Jimmmy Donaldson evlilik yolunda ilk adımı attı. Başarılı YouTuber bir süredir aşk yaşadığı sevgilisine evlilik teklifi etti.

MrBeast adıyla tanınan 26 yaşındaki dünyaca ünlü YouTuber Jimmy Donaldson, 27 yaşındaki kız arkadaşı Thea Booysen ile evlilik yolunda ilk adımı attı.Başarılı YouTuber, bir süredir aşk yaşadığı sevgilisine evlilik teklifi. Donaldson, o anları da 64 milyon takipçisinin bulunduğu Instagram hesabından yayınladı.

Dünyanın en zengin YouTuberı evleniyor Diz çöküp teklif etti

Teklifin ardından People dergisine açıklama yapan Thea Booysen “Ailem Noel için Güney Afrika’dan geldi ve evimizde zaman geçirecektik, bu yüzden her iki aile de buradaydı. Hediyeleri açıyorduk ve son hediye sürpriz olduğu için gözlerimi kapatmamı istedi” dedi.

Dünyanın en zengin YouTuberı evleniyor Diz çöküp teklif etti

“ZATEN EVLİ GİBİYDİK”

Jimmy Donaldson, sevgilisine büyük bir sürpriz yapmak istediğini o anlara da ailelerinin şahit olmasını istediğini belirtti. Evliliğin bir formalite olduğunu belirten Thea Booysen “Biz zaten evli gibiyiz. Bu konularda zaten aynı fikirdeyiz. Çocuklardan bahsediyoruz, 70 yaşına geldiğimizde nasıl birlikte yaşayacağımızdan bahsediyoruz…” şeklinde konuştu.

Dünyanın en zengin YouTuberı evleniyor Diz çöküp teklif etti

EN YÜKSEK KAZANCA SAHİP YOUTUBER

2012’den beri YouTuber olan ve MrBeast olarak bilinen Donaldson, 340 milyondan fazla aboneye ulaşarak en yüksek kazanca sahip içerik üreticisi olarak adından söz ettirdi. Ünlü ismin yılda 700 milyon dolar kazandığı biliniyor. YouTuber aynı zamanda ‘Beast Games’in de yapımcılığını yapıyor.

Dünyanın en zengin YouTuberı evleniyor Diz çöküp teklif etti

Amanda Holden, Chris Hughes ve ailesinden yeni yıl pozu

Ünlüler, 2025’i birbirinden renkli ve gösterişli kutlamalarla karşıladı.

Amanda Holden, İskoçya’da düzenlediği partiyle dikkat çekerken, eşi Chris Hughes, kızları Lexi ve Hollie ile birlikte poz verdi.

Holden, beyaz saten elbisesiyle göz kamaştırdı; Chris ise geleneksel İskoç kiltini tercih etti.

Sahne kıyafetleriyle 2025’te göz kamaştırdılar

Angelina Jolie’den Haluk Bilginer’e övgü dolu sözler

0